28 Şubat 2011 Pazartesi

Alışamadım

Mayısın sonunda soğuyan havaya
Kış saati uygulamasına
Süet ayakkabıya
Sarmısaklı yoğurda
Her kötü sezonda Fatih Terim geliyor seslerine...

15 Şubat 2011 Salı

ben hep burdaydım zaten...


''sonu bayram olan kısa bir ayrılık bizimkisi''
diye yazmıştı ramazan öncesi kepenklerini kapatan bir meyhane... bizimki biraz uzunca oldu. 474 gün diye hesapladım yanlışım varsa farketmez. iki tarih arası epeyce çalkantılı ama geriye bakp yazasım yok sanki (yine de belli olmaz). Teyzemin oğlu Ronaldo kadar hızlı olmasada döndük buralardayız...

29 Kasım 2009 Pazar

döner mi Dönmez mi bilmem


Tanrı'nın kitapları, melekleri ve peygamberleri var.
Günahları ve sevapları var.
Cennneti ve cehennemi, ahiret günleri ve hesap defterleri var.
Peki Şeytan'ın nesi var?
İçgüdülerimiz ve ortak çıkarlarımızdan başka hiçbir şeyi.
Ya Dönmez'in, bu ikilinin hissettirdiklerini ölümle yaşam arasına sığdırmak ve bu büyük sahneye sığamamaktan başka...

İşte bu yüzden Tanrı mümin arar
Şeytan ortak
Dönmez ise birilerini arar derdini anlatacak...

Ve binlerce yıldır Şeytan hep kazanıyor
Çünkü hep kazandırıyor.
Dönmes ise hep arıyor çünkü ''derdi'' bitmiyor...

Dönmezle geçen saatler Şeytan'la yapılan işler gibi, kazancımız peşin ödeniyor
Hemen orada oracıkta...

Belki'de Tanrıya inanıyoruz
Çünkü Şeytanı çok iyi biliyoruz
Dönmez'i ise seviyoruz çünkü güveniyoruz
(vaayyy güven kafası)

Belki Şeytan bu yüzden Tanrı'nın bir meleği olmaya devam ediyor
Dönmez'de bu büyük sahnede aramaktan bıkmadığımız ''aranan'' kişi olmaya

Kimbilir belki de Şeytan Tanrı'nın bilinçaltından başka bir şey değildir
Belki de bizim bilinçaltımız Dönmez gibi birşeydir...

(Onur Dönmez insanın kendine yakışanı giymesidir)

10 Kasım 2009 Salı

16 Ağustos 2009 Pazar

İkile-me

Alkollü muhabbetlerin olmazsa olmazı… Konusu ve kahramanları hakkında hiçbir bilginiz ve ilginiz olmayan, sohbetlerin vazgeçilmezi… Toplamda 70-80 kelimelik anlatım gücü olan insanların sermayesi… İkilemeler.

Bu mudur yani dediğinizi duyar gibiyim. Evet özellikle son birkaç aydır sinir bozucu düzeyde dikkatimi çektiğindendir belki de feci takmış durumdayım. Karşınızdakinin, ilginizi zerre kadar çekmeyen bir konuda iştahla anlattığı, sizin suskunluğunuzun sıkılmış olabileceğinizden değil dikkatli bir dinleyici olduğunuzdan kaynaklandığını sanan insan tipi davranışı… Konuşmasına heyecanla başlıyor. Konu uzadıkça uzuyor. Olayda adı geçenlerin hiçbirini tanımadığınız için anlatımdaki boşlukları sizin şaşkınlığınız, sorularınız ya da ani çıkışlarınız değil hoyratça savrulan ikilemeler dolduruyor. Nası yani dediğinizi de duyar gibiyim…

-Abi geçen Marmaris’teyiz Arda, Emrecan, Kubilay Kemal abilerin yazlığındayız kızlar ‘’falan filan’’...

Evet ilk ikilemememiz geldi, üstelik bir yalanla geldi. Kızlar falan filan ne a.q. Kemal abinin kuzenleri mi, yoksa komşunun kek kalıbı istemek için Nuran Teyze’nin (Kemal Abi’nin eşi) yanına gelen 16 yaşındaki ikiz kızları mı… Sap sapa takıldığınızı biliyoruz.

-Neyse’’ yedik içtik’’… Eeee. ‘’Muhabbet sohbet’’… Eeee. ‘’Okey mokey’’ oynadık… Yavaş gel.

Gördüğünüz gibi konuşmadaki boşluklar Arizona kanyonlarını aratmıyor. Dinleyenin konuya ilgisi sıfırın altında eksi beş. Uzatmaya devam ediyor. İkilemelerin yetersiz kaldığı noktada yer yer abartıya varan pekiştirmelere baş vuruyor.

-Emrecan içki kullanmıyo biz üç kişi iki büyük, arkasından beşer bira… Tabi tabi, ulan ikinci birayı içiyosun yüzün ekşimeye başladı ne anlatıyosun.

-Kemal Abi’nin biraderi var tanımazsın (sanki diğerlerini çok tanıyorum) oturdumu bi büyük bi ufak içmeden kalkmaz sünger mübarek…

Ertesi gün dört metre kayalıklardan denize balıklama atlamaları, falanca mekana tanıdık abiler sayesinde bedava girişleri, bar çıkışı çıkan tartışmada yere serilen sekiz kişinin akibetini kısa kesiyorum varın siz düşünün.

Saat ikiyi buluyor, cümleler bitmek bilmiyor.

Madem ilgini çekmeyen tırt muhabbetler bu ne ayak birader? Diye sormadan ben cevap vereyim isimler hayal ürünü fakat konular hep aynı. Başka bi olayda Emrecan’ın yerini Ahmet, Arda’nın yerini Murat alıyor. Abi Kemal değilse de bazen Akif bazen Levent oluyor. Ama kızlar genellikle ‘’falan filan’’ olarak kalıyor. ‘’Yedik içtik’’ gezdik tozduk oluyor, ‘’muhabbet sohbet’’ cart curt… Kafalar güzel fakat incir çekirdeği bir türlü dolmuyor.

Saat iki buçukta içimi ferahlatan cümle içinde yine bir ikileme barındırıyor:

-Abi kalkalım bi ‘’gelen melen’’ olur bu saatten sonra çekilmez…

Çekilmez birader çekilmez…


12 Ağustos 2009 Çarşamba

İyi Geldi #3 (Guru)


Yolculuk sancılı başlıyor. Gereksiz kasıntı halinin getirdiği küçük çaplı anlaşılamamazlık. Her şey yolunda, arabadan inip üzerinde doğru koşuyor, sürpriz amacına ulaşıyor. Manzara insanı alkol tüketmeye davet ediyor.

Günler eğlenceli, ufaklık her fırsatta dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor. Toplu (top) sporların Türk insanı üzerindeki çekim etkisi kendini sahilde de gösteriyor. Akşamüstü voleybol 3 günlük tatilin vazgeçilmezi olmuş durumda. Maçın hareketi voleybola futbolu karıştıran bir ayak pasıyla geliyor. Parmak pası… neyse…

Tavlada yenilmek reklamlarda kullanılan ‘’dağ gibi bulaşık’’ cümlesine anlam katıyor, neyse ki fotoğraflar medyaya sızmıyor.

Literatüre ‘’teyzemoğlu’’ markasıyla ‘’Guru kurabiyesi’’ ve ‘’şekercim’’ kelimeleri ekleniyor. (çuri çuri … …)

Söylenişte etkisi zayıf kanka sözcüğünün içi iyi bir arkadaşla dolduruluyor.
Geriye eğlenceli bir tatil ve iki adet biletle birlikte kardeşlerime benden armağan ''ŞU ŞARKI'' kalıyor…

Bi bira benden.

26 Haziran 2009 Cuma

Jackson


Siyah doğdu, yatık yaşadı, beyaz öldü. Vitiligoymuş alla alla...

24 Haziran 2009 Çarşamba

Olur Öyle Bazen...

Leyla:Gülriz Sururi
Ali Yekta:Michael Caine(Alfred Pennyworth)
Rukiye-Roxy:Özlem Tekin
Yusuf:Bekir Coşkun(gençliği)
Ömer:Cem Uzan
Cemile:Emine Erdoğan
Konstantin:Ahmet Kaya mı sanki...?

Ana Fikir:Mal sahibi,mülk sahibi hani bunun ilk sahibi...

8 Haziran 2009 Pazartesi

Daha Da Gelmem Formula'ya

''Formula 1 ING Türkiye Grand Prix’-sini, Brawn GP’nin İngiliz pilotu Jenson Button kazandı. Kupasını Bülent Arınç’ın elinden alan Button başarısının şerefine şampanya patlattı. Hızla platformdan ayrılan Arınç da şampanya yağmuruna tutuldu. Üçüncü olan Vettel, şampiyon Button’a şampanya püskürtürken Arınç da ıslandı.'' Jenson Button, Vetel evladım sizin hiç Ergenekon'dan, dalgadan falan haberiniz yok mu? Şuurunuzu mu kaybettiniz siz? ''İçki içilmemiş bardaklarla servis yapan lokantaların'' bulunduğu bir ülkede yapılcak şey mi bu? Ya da hepsi bi yana Bülent Arınç ne alaka...

5 Haziran 2009 Cuma

Naaptın Sen #3


Güvenemem servetime malıma
Ümidim yok bu gün ile yarına
Toprak beni de basacak bağrına
Adaletin bu mu dünya...

Hadi Bakalım

Yönetim yaptı yine yapacağını, Polat ve ekibi gerek geçen sene getirdiği yabancılar gerek önümüzdeki sezon için Rijkaard tercihiyle iyi iş başardılar. Geçtiğimiz sezon tartışmasız ligin en kaliteli kadrosuna sahip Galatasaray'ı çökerten çeşitli sebeplerin en önemlisi t.direktör hatalarıydı. Geçen sene boştayken getirebilseydik keşke Frank Rijkaard'ı. Umarım bu tercih Galatasaray için 80'lerin sonundaki, 90'ların ortasındaki gibi bir milat olur... Sağlam tohumların atılıp uzun vadeli hesapların yapılması bu hamleyle gerçekleşebilir... Yolun açık olsun Frank Rijkaard

''Zülüf Dökülmüş Gül Yüze Aman'' :))

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Bir insan ömrünü neye vermeli...?

17 Mayıs 2009 Pazar

17 Mayıs Aşk & Gurur

Haydi Popescu. Haydi Oğlum! Haydi Oğlum! Goooool! Goooollll!!!

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Umut

Hepsinden çok o istiyordu...
Onu düşünmeden uyumadığı gece olmadığından belkide, düzenli olarak rüyalarına da giriyordu. Bazen uzun bir yolculuk sonunda ağaçların altında uzanırken , bazen dar yollardan geçerek ulaştığı tepelerde manzarayı seğrederken bazen de kumsalla denizin birleştiği çizgide, hafif hafif kıyıya vuran dalgalardan kaçarken uyanıyordu uykusundan... Aslında pek hatırlamasada, diğer arkadaşları gibi çok küçük yaşta sahip olmuştu ilk üç tekerleklisine... Yıllar sonra gelen ise, içinde iflah olmaz o tutkuyu başlatacak olan kırmızı bir BMX'ti. Yeni alınan ayakkabının gece yatarken başucunda olmasının yarattığı anlamsız mutluluğun yerini artık kırmızı BMX'le kurulan çok daha anlamlı hayaller alıyordu.

Günde çift vardiya çalışan bir fabrika işçisi gibi mesai harcıyordu bisikletiyle. İlk hedefi arka tekerin iki yanına monte edilmiş küçük tekerlerden kurtulmaktı.Özgürlüğe giden yoldaki o küçük yardımcılarına bir gün tahammül edebildi. Dedesinin alet çantasından aldığı anahtarla işini bitirdiğinde bisikleti ayaklığının da yardımıyla dimdik karşısında duruyordu. Artık iki tekerlek üzerinde harikalar yaratmaya ve hayatı keşfermeye hazırdı. Bu aceleciliği, birinin kabuğu kurumadan diğerinin açıldığı diz, kol hatta kafa yaralanmalarına neden oluyordu. Zincir yağlamayı, fren teli onarmayı hatta frensiz kaldığında ayağını arka tekerleğin arasına sıkıştırarak durmayı, bisikletin önünü kaldırmayı, ''kıç atmayı'' hep onda öğrendi... Bu yoğun mesaiye fazla dayanamadı kırmızı bmx, çabuk yıprandı. Parçalara ayrılan bisikletinden yeni oyuncaklar yarattı kendine, zamanla onlarda yokolup gitti... Zaten küçük gelmeye başlamıştı ona bisikleti. Pedal çevirirken dizleri direksiyona değiyor, akrobatik hareketler başarısızlığa uğradığında eskisi gibi un çuvalı tadında düşmüyor, ani vücut hareketleriyle ayakta kalıyordu.

Artık hayallerini kurduğu, o dönem hayattan en büyük beklentisi olan vitesli bisikleti istiyordu. Yaşıtları birer birer bisiklet statüsünde çağ atlarken sıranın kendisine geleceğini umuyordu hep. Hem bu ütopik varlığa sahip olan arkadaşlarının hepsinden daha iyi anlıyordu onların dilinden. Tekerleklerin maşaya, fren papuçlarının tekere sürtmemesi için en iyi ayarı hep o yapıyordu. Dişlilerden ayrılan zinciri Ferrari pit stopu hızıyla takıyor, alet edevat bulma, demircide lastik şişirip zincir yağlama konusunda da rakip tanımıyordu. Hatta elektrik işlerinin ustası arkadaşından pilleri birbirine bağlayıp, ucuna da ampulü taktıktan sonra bisiklete ışık yapmayı bile öğrenmişti.

Çocukken top kiminse maçın bitiş saatini, kimlerin oynayacağını belirleyen hep o yüce zat olur. Durum arkadaşının bisikletine binme hadisesi için de aynıdır...

Kendisi de bu süpersonik alete sahip olana kadar arkadaşlarınınkiyle idare etmeliydi. Utana sıkıla istemeler, bir dönemin ekmek kuyruklarını aratmayacak sıra beklemeler canını acıtıyordu. Bu çabalar sonunda hedefine ulaşıp pedalları çevirmeye başladığında tur için sınır ya bir elektrik direği ya da Casio F91'in uçak hızıyla geçen saniyeleri oluyordu. Bu sınırlar içerisinde pedallara var gücüyle asılıyor, maksimum hıza ulaşmak için vitesi biran önce ''Onsekize'' almaya gayret ediyordu. Çoğu zaman bu çabası gerçekleşemeden mesafe bitiyor, bisikleti ya sahibinin zalim ellerine ya da sıra bekleyen diğer arkadaşlarına bırakmak zorunda kalıyordu.

Ege sıcağında günler bu şekilde geçiyordu. Yine sabah saatlerinde tatlı sayılabilecek serinlikte başlayıp ilerleyen saatlerde alışılan sıcaklığına ulaşan gün onun için çok farklı sonlanacaktı. Herzamanki saatinde akşam yemeği yenilmiş, hava kararmış babası hala gelmemişti. Garipti ama çokta fazla üstünde durmadı bunun. Yemeğini bitirip kardeşiyle sokağa çıktı. Komşularının yeni sünnet olan çocuğuyla kapılarının önünde oynamaya başladılar.

(Herzaman ayrı bir yeri olan bu kişi an itibariyle ve olayları izleyen birkaç gün ''komşunun sünnet olan çocuğu'' mertebesinden öteye geçemezdi...)

O sırada karşıda beyaz bir araba belirdi gelen dayısıydı ve babsı da arabanın içindeydi. Araba kapılarının önünde durdu. Klasik çocuk davranışıyla arabaya doğru koştular, fakat o da ne gözlerine inanamadı, arka koltukların yatırılmasıyla büyüyen bagajda iki adet bisiklet koyun koyuna yatıyordu. Yüzünü cama dayayıp baktığında seçebildiği küçük BMX, yanında da yeşil rengiyle kocaman bir vitesli Bisan'dı. Kalbi yerinden çıkacaktı. Ne kadar yanlış olduğunu daha sonra anlayacaktı fakat çok hızlı bir şekilde mantık yürüttü küçük olan kardeşinin, büyük olan kendisinindi. Sonunda hayalleri gerçek olmuştu arabanın tavanındaki küçük ışığın yansımasıyla ışıl ışıl parlayan jantları, toz değmemiş simsiyah tekerlekleriyle süpersonik bir aracı vardı artık. Dayısı arabanın bagaj kapısını kaldırıp bisikletleri indirir indirmez binmişti bile ona ait olanın koltuğuna. Uçuyordu. Karşısına çıkan ilk engel fabrikanın yanından yolun ortasına doğru akan suydu. Bisikletin önünü kaldırarak geçti. Artık özgürce vites değiştiriyor, bir yandan da sağ tarafına doğru eğilip zincirin dişliler arasındaki hareketini izliyordu. Köyün bütün sokaklarını gezecekti bu sıcak ve uzun yaz gecesinde. Bisikletin ilk lansmanını en kalabalık yerde bilardolu kahvenin önünde durarak yaptı. Hayırlı olsunları, ooo yine iyisinleri tebessümle karşıladı.

Biran kendine gelip saatler süren turunu mahalledekileri hatırlayarak bitirmeye karar verdi. Yokuş aşağı, pedalları geriye doğru çevirerek evin yolunu tuttu. Evin önü kalabalıktı herzamanki yaz akşamlarında olduğu gibi mahallenin kadınları kapı önlerindeki kaldırımlarda oturuyorlardı. Kardeşini gördü, küçük BMX'iyle geziyordu. Arkadaşı (sünnet çocuğu), ailesi ve kendi ailesi evlerinin önünde konuşuyorlardı. Yanlarına gitti. Bisikletten inip onu arkadaşına vermesini söylediler. Arkadaşı yeni sünnet olmuştu, -bisiklete nasıl binebilrdi ki. Bunu belirterek bisikleti arkadaşının önünde ayaklığa aldı. Gülüyordu. Yüzündeki tebbessüm fazla uzun sürmedi. Konuşulanların beyninde oluşturduğu derin uğultuyla dizlerini göğsüne doğru çekip kaldırıma oturduğunda sünnet çocuğu hediyesini almıştı.

8 Mayıs 2009 Cuma

Türüt Mürüt #2



Takılcak adam değil ama taktım ben bu ismayile. Her ismail İsmayil değildir diye bi mesaj veresim var belkide:) Neyse kahraman önce Hrand Dink'e salladığı ''plan yapmayın plan'' sözleriyle gündeme geldi. Ardından İ.Melih Gö.çek için, yalakalığın el kitapçığını yazdığı seçim şarkısı... Şimdi de ''Türkiye'deki aydınlara ithafen kaleme aldığı ''şiiri''. Sizin gibi aydının 7'den 70'ini... diyerek seviye belirleme sınavından geçer not alan kahraman şöyle devam ediyor...
Sahte aydın gömleği giyenler kulak versin
Mesul diyen şu halkı yiyenler kulak versin
‘Hepimiz Ermeniyiz’ diyenler kulak versin
Kıbleye karşı yaptı alayınız çişini
Sizin gibi aydının 7’den 70’ini
Hadi bakalım ismayil bu halk senden tarih çalışıp, bir Kenan Evren bir Hitler ne bileyim bir Musolini... şarkıları da bekliyor... Hadi koçum yaparsın sen...
7'den 70'iniymiş... peki...

6 Mayıs ''Yerinde Sayan Bir Ülke''

En uzun koşuysa elbet Türkiye'de de devrim,O, onun en güzel yüz metresini koştu..En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak..En hızlısıydı hepimizin..İlk o göğüsledi ipi..Acıyorsam sana anam avradım olsun,Ama aşk olsun sana çocuk.. Aşk olsun !

Deniz gezmiş balıklar, bir nebze de olsa kıyı şeridine ülkemin merhem oldu...
Peki suçu neydi, suçumuz neydi...
Filmi başa sarsak bi dert, sonunu beklesek bi dert...
Olan oldu, olan yine bize oldu...

1 Mayıs 2009 Cuma

29 Nisan 2009 Çarşamba

İyi Geldi #2


23 Nisan'ı 25 yaşında doya doya yaşamak varmış. Bir gün öncesinden özel okuldan hortumlanan süslerle çiçek gibi oldu müdürümün devlet okulu. Yağmurlu havanın küçük oyunları, bizim oyunlarımızı bölmeye yetmedi. Balon patlatma, yumurta, çuval ve ilk kez ''DJ''lik denemesi yaptığım sandalyelere oturma yarışı (Adamamım Nuri'yi şikeylede olsa finale çıkarım ama kupayı alamadık:)


Köylülerle beraber 23 Nisan'ın resmi olmayan kutlamaları için ''dağlarda'' piknik hazırlıklarına başladık, daha doğrusu jet hızıyla tamamlanan hazırlıklara katıldık sadece. Jet hızıyla diyorum çünkü köy kahvesinde saz eşliğinde söylediğimiz üç-dört türkü sonunda, birazdan bahsedeceğim müthiş ziyafeti başka türlü anlatmak mümkün değil. İETT otobüsleri kadar çabuk dolan ve hemen hemen aynı hızla ilerleyen bir araç çeşidi olan traktörlerle yola koyulduk. Üstü açık, yere kırkbeş derece açıyla yol aldığımız taşıtımızla bata çıka piknik alanına ulaştık.
Yemyeşil tepelerin arasında muhtarın projesi olan yapay göletler ve fidanlıklar, hayran kalmamak ve takdir etmemek mümkün değil(Özellikle Aydın'da oturanların mutlaka görmesi gereken biyer Arzular Köyü)...Sofraların kurulması da piknik hazırlıkları kadar hızlı oldu. Menüde; sacta kızarmış (steril) tavuk, patates kızartması, kedirgen kavurması, kısır, bir aydın klasiği çingen pilavı, sütlaç, meyve, ''tencerede'' demlenmiş çay ve son olarak patlamış mısır...



Bayram sabahı çocuklara özenenler için beklenen ortam oluştu. Bir tarafta ip atlayanlar diğer tarafta uçurtma uçuranlar, balık tutmaya çalışanlar... (bu arada bir Cevat-İsmail klasiği uçurtmanın ipi yine koptu) Köyün erkeklerini de oyunlara dahil etmenin yolunu ip çekme yarışmasıyla çözdük. Balon patlatma yarışmasına iğneyle katılan abimiz ip çekme yarışında en sonda ipi beline bağlayarak tekrar sahneye çıktı. Körebe için çok geniş olan bayırı, iple bir boks ringi gibi sınırladık. Ebe olacak kişinin gözlerini bağlamak amacıyla kullandığımız şey bir başörtüsüydü...(anlık sosyolojik tespitler için güzel bir örnekti) Eğlencenin doruğa ulaştığı noktada bir teyzemizin kendini otlarla kaplı bayırdan aşağıya bırakıp yuvarlanması gün içerisinde anlayamadığım hatta tedirgin olduğum tek andı...


Dönüş yolu tepelerin üzerinden gözlerimizi manzaraya doyurarak geçti. Kısa süreli badem hırsızlığı ve su molasından sonra köye ulaştık.

Karac'oğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm



Bodrum 04/26
20 yıldır yapılan kesintisiz davete iştirak bu güne kısmetmiş, harbi on numara mekanmış bodrum.

Bafa gölü kenarında yapılan kahvaltıyla kendimize geldik önce. İsal olmuş arıların sulu balı dışında herşey nefisti...

Ama hakkatten ayıp 300000 ''yazıyla üçyüzbin'' Euro'ya yazlık mı olur...

Denizden esen rüzgar arabanın bagajından uçurtmayı çıkarmamızı hızlandırdı, ve evet yine ''ip koptu''...

Süper zaman geçti... Az alkollü hafif dedikdulu dönüş yolu içimizi serinleten Germencik dondurmayla son buldu.
''Sevdiği insanlar tarafından sevilmek, bunu bilmek yaşamın en güzel birikimlerinden bence''.

Not: Söz verdik bikere seneye grup üye sayısı tek değil çift sayı olacak :)
Karacaoğlan derki... :))

19 Nisan 2009 Pazar

Neden İzmir... (Bu Bir Soru Değildir)!!!

Anlık gaza gelişler güzel oluyor bazen. Hani derler ya hava değişikliği aynen öyle oldu... Bikere ''uykusuz'' değil ''aç susuz'' kalsan bitmezdi o kuyruk, ne yapalım sağlık olsun... Yine aktif okuyucu, pasif katılımcı olmaya devam.
Denize yakın olmanın avantajını kullanması gerekiyo insanın, ruh sağlığı açısından. Baskısı olmayan büyük bir mahalle gibi İzmir Büyük ''Özgürlük'' Fermanı'nın fotokopisini çekip aslını bu şehre yollaması lazım İngilizlerin... İliklerine kadar nerde olduğunu, kim olduğunu hissetmek bu olsa gerek.
Bu arada harbiden büyük ''Fark var'':)
Kripto:Gazetelerin gazetesi Yeni Asır gazetesi...
Not:Detaysız yazıdır!

15 Nisan 2009 Çarşamba

Futbol

Pazar günü oynanan Galatasaray-Fenerbahçe derbisinden sonra Chelsea-Liverpool maçı ilaç gibi geldi. Nasıl bi oyun, nasıl bi kondüsyon... Sen kalk deplasmanda 4 tane gol at turu geçeme:)...
Bi anda Lugano-Emre-Arda-Semih Yalova kaymakamı oldu... Çok yaşa Benayoun, çok yaşa Lampard...

18 Mart 2009 Çarşamba

Türüt Mürüt...

Sokakta,televizyonda kısacası heryerde malum seçim muhabbeti bu ara.Sıyırma noktasındayız. Okumakla,izlemekle,duymakla bitmeyecek seçim kapışmaları,siyasi dalavereler ve olabildiğine yalakalık... Her dönemin ekmeğini yeme gayretindeki Türüt'te piyasada doğal olarak.İ.Melih Gökçek'e seçim şarkısı yapmış. Milliyetçi söylemlerle sık sık gündeme gelen,ya sev ya terket muhabbetinin bi dönem reytinksel bayraktarlığını yapan zat yalanmak için daha kıyak bi kapı bulmuş kendine.Hadi bakalım Türüt durmak yok,yalanmaya devam...
''Şarkının ilk mısrası ise şöyle
-Seçim meçim var diye,düşünme kara kara...
Sen Türütsün büyük düşün hadi bakiim koçum hadi...Millet ne düşüncek demi a.q...

http://grebene.blogspot.com/ ara pas...

13 Mart 2009 Cuma

Yeşil Başlı Gövel Ördek

Yeşil başlı gövel ördek
Uçar gider göle karşı
Eğricesin tel tel etmiş
Döker gider yâre karşı
Telli turnam sökün gelir
İnci mercan yükün gelir
Elvan elvan kokun gelir
Yâr oturmuş yele karşı
Şahinim var bazlarım var
Tel alışkın sazlarım var
Yâre gizli sözlerim var
Diyemiyom ele karşı
Hani Karac'oğlan hani
Veren alır tatlı canı
Yakışmazsa öldür beni
Yeşil bağla ala karşı

10 Mart 2009 Salı

Evrilemeyesiceler...



''Kapağında Darwin'in 200. doğum yıldönümü olan derginin baskısı durduruldu.Kapak ve 15 sayfalık Darwin yazısı imha edildi,yerine küresel iklim değişikliği dosyası kondu.Dergi bu yüzden bir hafta geç çıktı...''

Şimdi derginin adı ne ''BİLİM'' ve TEKNİK, be güzel kardeşim nedir bu tam olarak ispatlanamamaış bir konu üzerinden bile birşeyleri ispatlama çabanız. Ha çok zor geliyosa bilim adına insanlara ışık tutmak diyanet bünyesinde dergi çıkar, ne bileyim 360 sayfalık takvimlerin arkasına mani yaz, yemek tarifi yaz,kız olursa evrim ,erkek olursa devrim:)) diye çocuklara konacak isim önerilerinde bulun... Olmadı alttaki karikatürü oku doğal seleksiyonun bi parçası ol...

9 Mart 2009 Pazartesi

Biz#5



İlk etapta...

4 Mart 2009 Çarşamba

Ne Oldum Delisi

Bir dönem feneri antipati cumhuriyeti haline getiren,dengesiz ve densiz yöneticilerin yaptığı açıklamalardı(bkz:Aziz Yıldırım,Mahmut Uslu,Bi de neydi kel olan Murat Özdemir miydi...) Olur olmaz konuşan her bi duruma yorum yapan adamı pek kaldırmıyo futbol camiası... Ha Mourinho dayımız ayrı. Bülent paşa fenerden 4 yedikten sonra "Evet biz 5 yeriz, 7 yeriz ama 6 yemeyiz. Belki 7 yeriz, 9 yeriz ama 8 yemeyiz” şeklinde bi açıklama yapmış... Hem GS'ye hem BJK'ye sallamış aklınca... Hazımsızlık çektiği her halinden belli... Alıcaksın bunu bi gece yatağından, Florya'da kapatacaksın Nonda'nın odasına üşenmeden çağıracaksın bi de Anelka ile Appiah'ı (Burdan Nuri kardeşime selam ederim) bakalım o zaman 6 mı yiyo 8 mi... Yoksa çıkarmadan 5'e razımı geliyo...

27 Şubat 2009 Cuma

Naaptın sen #2

90'da turu geçmek mi? Sevinçten deliye dönmek mi? Yoksa o golü Sabri'nin atması mı? Neydi bilemedim...

Naaptın sen #1

Adriana Lima'nın evlenmesi mi? Yoksa bu adamla evlenmesi mi? Yada çok uzaklardan birinin ''vay a.q'' demesi mi? Nasıl oldu anlamadım...

25 Şubat 2009 Çarşamba

Ağır Gel Adam Sansınlar...

Başbakanın yanında ''tercüman'' olarak takılırken beleşten bakan olan Egemen efendi ''adamın biri'' polemiğiyle gündeme patdanalak düştü...(patdanalak?) Eski cumhurbaşkanı A.N.Sezerden bahsederken kullandığı bu ifadeyi, imam osurursa cemaat sıçar mantığıyla anlamaya çalışırsak pek fazla zorlanmayız. Yalnız başbakanlarının üslubunu yakalamaları için daha çok çaba göstermeleri gerekiyor.
İktidar şerbetinden aldıkları inanılmaz libidoyla bakalım daha neler yumurtlayacaklar.Aslında ''adamın'' biriydi gerçekten Sezer, ki Beşiktaş balık pazarı esnafından abimiz pek güzel hatırlattı bunu başmünasebetsiz egemen efendiye... Çarşının ayarınıda alan egemen bakalım ne gibi maceralara yelken açacak...
Fosforu bitmiş kafalara balık candır canandır...

17 Şubat 2009 Salı

Uzaktan Bakınca Çok ''Yakın''


Küçük bi ütü kutusu içinde bizimkilerden kalanları saymazsak edindiğim ilk kaset buydu. (Ha bide milliyet gazetesinin verdiği Aylin Livaneli kasedi vardı pardon). Grup üyelerinden biri çocukluk arkadaşım olduğundan daha bi sevmiştim yaptıkları işi. Açıkçası bu grupla biyerlere gelebileceklerini düşünüyodum hep ''The Madrigal'' çok havalı... Aslında onları tanıyan biçoğumuzun kalbinde o yere geldiler. Her grupta olduğu üzere bazı eleman değişiklikleri,zaman zaman ara vermeler yaşandı. Fakat grubun isminin ve ''müzik tarzının'' değiştiğini bir msn iletisinden,tesadüfen öğrenmek biraz garip oldu... Sercan-Nuri-Dilşad-Raşit-ve Saygın'la başlayan bu yolculuk Onur-Nuri-Raşit-ve Çağlar dörtlüsüyle devam ediyor.
Grubun yeni adı ''Yakın'' bir kelimenin içinde barınan üç anlam... The Madrigal'den favorim night idi,bakalım ''Yakın'' bize vadedilmiş topraklardan neler sunacak...

NOT:Yakın'ı şimdiden kendime daha yakın buldum diyebilirim, bence olay Türkçe sözdür. Müzik evrensel anlam ve duygu yöresel...

''Unuttuğum yeminler bana bakıyor uzaktan''

Uzun zaman önce ''Madrigal kasetten dinlenir'' şeklinde yaptığım bir yoruma Çağlar kardeşim ''Madrigal kulaklıkla dinlenir'' diye farklı bir boyut getirmiş...Yakın'ı kalabalık konserlerde dinleme, İstiklal Caddesinde gezerken duymak dileğiyle... ''Sonumuz Yakın'' aşağıda,ses kalitesine takılmadan dinleyin bence...

Malum kriz klip sektörünü de vurdu : )

22 Ocak 2009 Perşembe

Sıfır

21\01\2009 17 yıllık bi efsanenin göstergesinin tekrar sıfırlandığı tarih. Zaman su gibi... :))

17 Ocak 2009 Cumartesi

Mahallenin d''A''lisi!*?



Türkiye meşhur olma sevdalılarının ülkesi.Her türlü kurum artık insanlarımızı meşhur olmaya teşvik eder hale gelmiş.Tabi bu duygu insan oğlunun yaradılışında da bol miktarda olduğu için sistem sadece fırsatları sunarak bu arkadaşların işini bir hayli kolaylaştırıyo. Ajdarları, Bayhanları,Caneri&Tülini... bağrından çıkarmış bi ülke olduğumuzu düşünürsek Tuncay biladerimiz hiç de şaşırtıcı durmuyo aslında.Tabi iddaları bakımından bildiğimiz TV/magazin ünlülerinden biraz farklı bi konumda,fakat genel konsept çok benzer.Ciddi bir bilgi kaynağıymış gibi başvurulmasından,fazla pof poflanmasından yada devlet televizyonuda saatlerce konuşmasından uzun uzun bahsetmeye gerek yok.

Garip bi ruh hali var genconun bi yandan hafızasındaki olayları anlatırkenki kendine olan güveni,diğer yandan gülümseyişindeki o ölümüne daşşak geçme ifadesi... hani yalanlarından bıktığı halde mahalle insanının genede fikrini sorduğu ya da görmedikleri bi olay hakkında (belkide onun da görmediğini ya da bilmediğini bildikleri halde) onun bilgisine başvurdukları insan kişisi.Herhangi bi fikri olmadığı halde dersin boş geçeceğini söyleyen öğrenci mi desem,arkadaşının sigara içtiğini babasına söyleyen çocuk mu,ne bileyim yine aynı,yazılının test olacağını yumurtlayan öğrenci mi bilemedim.

Ne kadar eleştirsekte,''sittiri çekip'' adam yerine koymasak ta seviyoruz aslında bu tür insanları. Hayvanlığa varan yersiz el şakalarımıza kızmayan kişi sanki, evet Tuncay güney bu el şakalarımıza kızmayan insan... O zaman idda ediyorum ERGENEKON bir el şakasıdır...

14 Ocak 2009 Çarşamba

İdareli Yering!




(Avusturalya'da bir şarap markası)

9 Ocak 2009 Cuma

Abi Kaç Yapıyo Bu?



C.Ronaldo biladerimizin arabası.Bu haliyle bile Fıat Albeadan daha çekici. Kazanın yeni yılın ilk günlerinde olmasından mütevellit İngiltere medyasında ''zaten Ronaldo arabada yarı çıplaktı'' tadında haberler çıkmışmıdır bilinmez! Genco havaalanına giderken duvara toslayınca oluşan manzara bu(araba dramı böyle bişey olsa gerek,insanlık dramı gibi).Sen bi dünya para ver Ferrari al o virajı alamasın olacak şey değil.Sahibinde para b.. ta olsa insanın içi gidiyo beaa...

7 Ocak 2009 Çarşamba

6 Ocak 2009 Salı

İyi Geldi...



Yeni yıl bahanesiyle bir kez daha İstanbul'a gittim, hava şartlarına inat. Son 4 yılbaşı gecesini de hasta olarak geçirmem ayrı bi olay zaten. Demekki yeni yıla yaklaşırken insan kendine daha bi iyi bakmalıymış. Eğlenceli bi gecenin ardından tekli koltukta uyanmak çok ta dikkate alınacak bişey değildi,ama sabahına içilen çorbadaki (kelle-paça) et oranı dikkatlerden kaçmıyacak düzeydeydi.

Deney olarak küçük kurtçukları alkol dolu bi kaba atıp hepsinin öldüğünü öğrencilerine gösteren bi ilkokul öğretmeni sınıfa sorar -Evet çocuklar bu deneyden ne anladınız? Öğrencilerden biri cevap verir -Alkol içersek vücudumuzda hiç kurt kalmaz. Uygulanan ve başarıyla sonuçlanan bi deneyim, iyi geldi :) Ama aynısını augmentin sonrası içilen içki için söyleyemem.Feci bi sonuç. Kardeş öz, arkadaş özlü olmazsa kutuplara bayrağı dikip aya çıkarsın mazallah.

Gogo dart ta kötü:) özünde süper kişilik, elf kültürünün temsilci ablamız canımız ciğerimiz... İyi geldi iyi...

Hadi beaa!!!

28 Aralık 2008 Pazar

Yapma Bunu Yapma Bunu


Yeni yıla yaklaşırken birkaç konuklu televizyon programlarında (hadi barış,sağlık,zart,zutu geçtim) -bütün dünyaa buna inansaa.. söylenmesin artık.Hatta ayarı kaçırıp -bir başkadır benim memleketim aman haa çok fena...
B.B- takılma bunlaraaa...
H.İ.Ç- napiim abi

24 Aralık 2008 Çarşamba

Ş.Ligi Kupasını da İstiyoruz...


Pire için yorgan yakılmaz ama BJK ya olan sempatimi bu adamı (bi de demirçeneyi) gördükçe yitiriyorum.Şadan Kalkavan Beşiktaş eski yöneticilerinden,tersaneci,para gani anlıcağın, ha bi de sağlam fettullahçı.Bi zamanlar Aziz Yıldırımın ''Galatasarayın UEFA kupasını alması tesadüf'' demecine nazire yaparcasına hatta daha da uçarak o seneki başarıları fettulah hocanın dualarına bağlıyor muhterem.O dönemlerde arkadaşın escortluğunda bütün takım fettullahın yanına gitmiş hoca bunları bi güzel okumuş üflemiş sonuç ortada kupa Galatasarayın... Olaydan bahsederken hocanın motivasyon yöntemlerinin ne kadar güçlü olduğundan da sözediyo.(Fatih Terim duymasın)Velhasıl o dönem bi çok futbolcusu yabancı olan takım bi güzel efsunlanıyo ''taktiği'' kapıp önüne geleni deviriyo...Kadrodaki ''ılımlı'' futbolcuların varlığının da etkisiylemidir bilinmez herşey süper gidiyo.
Be güzel kardeşim Beşiktaşın günahı ne tut şu çocukların kolundan bi gün hiç değilse lig şampiyonluğu için götür hocaya,ha olmadı getir bi Hagi koy orta sahaya,o zaman gerek kalmaz hocaya...

22 Aralık 2008 Pazartesi

Yaşar Puyiiiii

Geçenlerde Saba Tümerin hatrına yaklaşık kırk dakika kadar izledim zaatı muhteremi Haber Türk'te. Değiştim başlığı altında bir sürü süslü cümleler kurdu ne de olsa lambada gömleğini çıkarmıştı üstünden. Ee tabi çıkan gömleğin yerine bişeyler giymesi gerekiyodu sonuçta.Programda üstünde ''Read Quran Charge Your IMAN'' yazılı ''mesaj kaygılı '' tshirt vardı.Parayla imanın kimde olduğu belli olmazz klişesine inat ben burdayım içim neyse dışım da odur demeye getiriyodu. Ya da dışı kadar içi vardı bu ona yetmişti.Kurtlar vadisinin ömer hocası tadında cümleler,buram buram duygu sömürüsü kokan benzetmeler... ağzı iyi laf yapıyo Yaşarın. Uzun uzun Hac ziyaretinden bahsetti yaşadığı yoğun duyguları anlatırken yüzü gülüyodu ''güzel''. Uhrevi örnek manyağı yaptı o gece izleyicileri. (neymiş efendim arının bal yediğini gördünüzmü, ineğin süt içtiğini ama arı bal yapar inek te süt gibi..) bazen sonunu bi yere bağlamakta zorlandığımız bi sürü ''gerekli bilgi''.Buzağı ne si....mi içiyo deyip polemiğe girmek var,hadi neyse...Bi ara ciddi uçuşa geçti arkadaş Arabistanda namaz vakti millet dükkanlarını kapatıp caddelerde sokaklarda namaz kılıyomuş bu çok hoşuna gitmiş ''niye benim ülkemde de böyle olmasın'' diye yakınıyo,bu dileğini bi de örnek vererek taçlanırıyo ''on kasımda Atatürk için bir dakikalık saygı duruşu yapılıp hayat o an için duruyo da günde beş defa namaz vakti bu yaşansa olmazmıymış...Peh peh peh...Var bi problemi belli zemzem kafa yaptı desem yok sanmıyorum... Çok ta kale almaya değmez.
Programın ilerleyen dakikalarında eski manken tayfasından Engin Koç la Yusuf Azuz da katıldı programa.Engin aynı kafa Yaşarla sağlam dekoder lazım... Tabi muhabbet eskilerden gırgır şamata ama bizim işgüzar Yaşar arada sokuşturuyo uhreviyattan incileri araya.Muhabbetin bi noktasında nasıl olsuysa ölümle yaşama getirdi Yaşar konuyu inanın anlayamadım. Yine kendi ekolüne has ses tonuyla başladı konuşmaya, bebekler dünyaya gelirken ağlarmış neden çünkü öldüklerini sanarlarmış(Bilgi). Bu konu üzerinde konuşmaya niyetliydi ki bu üçlünün suskun golcüsü Yusuf girdi devreye,hemde ne giriş Yaşarın gözlerine baka baka ''yanlışın var tüm çocuklar fenerli doğar o yüzden ağlar sonradan doğru yolu bulup susarlar öyle öldüklerini falan sandıklarından değil'' deyi deyi verdi... Saba gülmek sana çok yakışıyo çok...

15 Aralık 2008 Pazartesi

Tepkime #2

Yedinci karşılaşmalarıydı.Saymayı huy edinmiş birine göre gerekli fakat önemsiz bi detaydı. Bıraktı saymayı. Zaten rüzgarla şişen yelkenin ters döndüğünü biliyordu,aslında dümeni kırarak bunu kendi sağlamıştı.Sanki memnundu bu durumdan , ilerlemenin çözümünü kürek çekmekte buldu rüzgar rüzgar nereye kadar.Kafasında yarattığı düşünceler kısa süre de olsa kontrolü ele geçirmişti.Küçük bi ders gibiydi aslında tüm bunlar.Spontane yaşamı sürekli kılmış biri için artık reel ve planlı bi yol inceden görünmeye başladı...



Vanessa Hessler


Gerçek olimpiyat ruhu...

10 Aralık 2008 Çarşamba

Biz#4



Bi gelen olur...

18 Ekim 2008 Cumartesi

aduket #ÇGHB


Aşkım bitti bundan sonra çektin gittin bunu kabul et yaşananlara saygın yoksa al sana benden aduket!!!

15 Ekim 2008 Çarşamba

Tepkime #1


Onu ilk gördüğü an henüz çekilmemiş bir filmin senaryosunu yazmaya başladı… Uzun bir yapılacaklar listesi, gidilecek yerler, hatta yapacağı espriler. Çok sade bir tanışmaya göre fazla hızlı reaksiyona girmişti düşünceleri. Sakin olmanın faydası var mıydı, yoksa kontrolü dışında bünyesinde oluşan kasıntı hali hoşuna mı gitmişti karar veremedi. Evet hayal gücü genişti, kalabalık içinde onun kendisini gözleriyle takip ettiğini düşünerek, aldığı nefesi vermeyi sürekli erteliyordu. O an için yoğunlaşan konsantrasyonunu bozabilecek çok az şey vardı. Güzeldi, bunu da anlamak için karmaşık cümleler, artistik betimlemeler kullanmak zorunda hissetmedi kendini, çok net -bildiğin güzeldi… Aslında verdiği bu kararda geceden kurulan bir çalar saat gibi kendini hazır hissetmesinin de payı vardı. O an anlatılanları dinlemiyor, görüyor, üstelik kendisi otomatik olarak kuruluyordu. Kısıtlı süre içerisinde zamana karşı yarış başlamıştı… Şüphesiz olayların çok hızlı gelişmesini kendisi de beklemiyordu fakat reaksiyon olabildiğine süratle ilerliyordu. Çoğu kez olduğu gibi zamanı durdurmanın yolu o an için de mutlu bir fotoğraf karesiydi. Zaten geç başlayan günün mümkün olduğu kadar uzaması için dua etmeye başlamıştı bile.
Gecenin ilerleyen saatleri eğlenceli ama eksikti .Bu yüzden sevdiği insanlardan oluşan ortamın sıcak sohbeti bile kulaklarından geçiyor fakat eksikliği aşamıyordu .Zaman o geceki deniz kadar durgundu. Görmeyi hiç tahmin edemiyceği arkadaşlarıyla karşılaşmak bile onu şaşırtmaya ya da sevindirmeye yetmedi. Sabaha karşı yattığında başka ne bu kadar uzun düşünülebilir diye kendi kendine sordu. Cevabını buldu,uydu...

12 Ekim 2008 Pazar

The Prestıge


Dikkatli bakıyormusunuz?
harbiden zor iş vizyon darlığı... zaten bi insan herhangi bi konudan bahsederken ne kadar çok -neler neler ikilemesini kullanıyosa o kadar kaçacaksın onunla diyalogtan 3 kelime arkasından neler neler , cümleyi bitir hemen daha neler neler... yapmadığı dolayısıyla anlatamadığı olaylar ... kısacası neler neler...